У нас вы можете посмотреть бесплатно gönlüm bir güzele düştü | gayb, hikâye. или скачать в максимальном доступном качестве, видео которое было загружено на ютуб. Для загрузки выберите вариант из формы ниже:
Если кнопки скачивания не
загрузились
НАЖМИТЕ ЗДЕСЬ или обновите страницу
Если возникают проблемы со скачиванием видео, пожалуйста напишите в поддержку по адресу внизу
страницы.
Спасибо за использование сервиса ClipSaver.ru
Bir yolculuk istiyorum, kendime geldiğim… Kendimi Beyoğlu’nun sokaklarına attım. Gidiyordum ama nereye gittiğimi bilmiyordum. Solumda baloncu abi hemen yanında midyeci… İnsanların ayak sesleri, konuşmalar… Biraz ilerde içleri tıklım tıklım insan dolu kafeler, yürüyorum ama içimde kırık bir kalp ile. İnsanlar nereye gidiyordu, ben nereye gidiyordum? Bir kafeye girip, çay içip, kendime geleyim diyorum ama hangi kafenin önüne gelsem “Burada olmamam gerekiyor.“ hissi… Biraz daha yürüyorum. Sokak şarkıcıları dikkatimi çekiyor zira müziği çok severim. Bağlamayı görünce duruyorum ve Sivas yöresine ait türküyü dinliyorum. “Bu yarayı dosttan aldım.” Bu söz içime otuyor, gözümden bir damla yaş düşüyordu. Hemen kaçtım, sanki gönlümdeki yaradan kaçarcasına… Kaçıyordum neyden ve nereye bilmiyordum. İnsanlara çarpa çarpa ilerliyorum, bir ara sokağa giriyorum. Yavaşlıyorum, derin bir nefes alıyorum. Etrafıma bakıyorum, eski sahaflar var. Sokak resmen kitap kokuyor. Sanki eski bir kitabın içine düşmüştüm. Sahaflardan bir amca beni çağırıyordu. Eski, mavi kapılı dükkana doğru ilerledim. Kapının üstündeki tabeladaki yazı dikkatimi çekti. “Hiç pervâne için meşâle yanar mı?” Bir ân düşündüm, nasıl bir soruydu bu? Pervâne âşıktı, mum onun için yanmayacaksa ne için yanacaktı? Aklımda divânece sorular vardı. Bismillah diyerek içeri girdim utana utana. Beni çağıran amca; -“Huzurla geldin kızım.” dedi -Huzur buldum amca. -Seni buraya ben çağırdım bilir misin? -Nasıl yani amca? -Eee kızım senin gönlünde bir dert yok mu, dert dermanı duyar. Gönüller diyarında suallere yer yok bilmez misin? Sustum ve başımı eğdim. Amca da sustu. Bir vakit sonra kalktı, derin bir nefes aldı. Kitapların arasından eski ve kalınca bir kitap getirdi. Ben merak içinde amcayı izliyordum. Kitabın sayfalarını kokladı, birinci sayfayı öptü. Kitabı açtı, önüme koydu. ve hiddetli bir şekilde “oku!” dedi. Açtığı sayfayı okumaya başladım. Ey dil ey dil niye bu rütbede pür gâmsın sen Gerçi vîrâne isen genc-i mutalsamsın sen Secde-fermâ-yi melek zât-ı mükerremsin sen Bildiğin gibi değil cümleden akvâmsın sen Rûhsun nefha-i Cibril ile tev’emsin sen Sırr-ı Hak’sın mesel-i İsi-i Meryem’sin sen Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen Durakladım bir an bu Şeyh Galibin gazeliydi. Elimdeki kitap Galib dedemin divanıydı. Tam bunları düşünürken amca; -Galib deden Allah’ın insana verdiği değeri bu gazelinde muntazam bir şekilde açıklamış kızım. Sen neden kendini bu kadar değersiz görüyorsun, neden? Ne diyeceğimi bilemedim zira gazeli tam manasıyla anlamamıştım. Üstelik benim kendimi değersiz gördüğümü nereden biliyordu bu amca... -Gönlüne sesleniyor Galib deden. Aklınla dinleme onu, anlayamazsın. Ey gönül, ey gönül, neden bu kadar gamla dolusun? Yıkıksın, kırık dökük bir haldesin hâlbuki sen tılsımlı bir hazinesin. Bilmez misin kızım hazineler virânelerdir. Eğer kendini harab virâne olarak görüyorsan bil ki, içinde nice hazineler vardır. Meleklerin secde etmeleri emredilen kadri yüceltilmiş bir varlıksın. Bildiğin gibi değil, her varlıktan daha olgun, daha ilerisin. Ruhsun, Cebrail’in üfürmesiyle ikizsin. Sen Allah’ın sırrısın, Meryem’in oğlu İsa gibisin… Ben çok şaşkındım. Bu zamana kadar okuduğum, şerh ettiğim gazeller bana hiç bir şey katmadığını düşündüm. Boşuna mı okudum o kadar gazeli… -Hiç bir şey boşuna değildir kızım. Sen şuan yanıyorsun, kül olmadın ki bu okuduklarının sırrını anlayasın. Son beyti üç kere tekrar eder misin? Tamam manasıyla kafamı salladım. Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen Üç kere okudum, her okuyuşumda daha iyi anlamıştım sanki. -Hayır, olmadı bir daha oku! Bir daha okudum. Sonra tekrar okudum, sonra tekrar… Kaç kere okudum bu beyiti bilmiyorum. -Senin aklın, gönlün başka bir beyitte. De hele bana hangi beyitte takılı kaldı gönlün? Biraz düşündüm. Sonra aklıma kapıdaki soru geldi. -Amca kapıdaki soru… O sorunun cevabını merak ediyorum. dedim. -Cevabını bulmak için soruyu anlaman lazım. Soruyu anlaman için ise bu beyti kalbine yerleştirmen gerek. Kafam çok karışmıştı. Amca yerinden kalktı ve sobanın üzerindeki çaydanlıktan iki bardağa tavşan kanı renginde çay döktü ve döndü. Ben utancımdan başımı kaldıramıyordum. Çayını iç sonra ikindi namazını kılmak için hanım teyzen sana yoldaşlık edecek. Çayımı bitirdim, içerden çok tatlı bir teyze çıkıverdi. Beni koluna aldı, küçük bir odaya -mescid diyebilirim götürdü. Oda bomboştu. Yeşil bir seccade vardı ortasında. Kıbleyi gösterdi daha sonra; -Kıblen gönlün olsun kızım. Allah kabul buyursun namazını dedi ve çıktı. Namazımı kıldıktan sonra bütün bu olanları düşündüm. Bir anlamı olmalıydı bu olanlarının… Biraz zikirle meşgul oldum daha sonra çıktım odadan. Kimseler yoktu ortalıkta. Biraz kitaplar arasında dolandım. O kadar eski kitaplar vardı ki burada. Yunus Emre’nin divanı bana göz kırptı onca kitap arasında. devamı sabit yorumda.