У нас вы можете посмотреть бесплатно Livaneli Sohbet / 4. Bölüm: Kişilerle Değil Ama Fikirlerle Uğraşırım или скачать в максимальном доступном качестве, видео которое было загружено на ютуб. Для загрузки выберите вариант из формы ниже:
                        Если кнопки скачивания не
                            загрузились
                            НАЖМИТЕ ЗДЕСЬ или обновите страницу
                        
                        Если возникают проблемы со скачиванием видео, пожалуйста напишите в поддержку по адресу внизу
                        страницы. 
                        Спасибо за использование сервиса ClipSaver.ru
                    
Dostlarım, ben polemikten hiç hoşlanmam, kavgadan hiç hoşlanmam. Sokakta kavga, yumruk yumruğa hiç dövüşmeden hayatım geçti. Öyle bir şey olmadı. Polemiklerden de hoşlanmam; insanların klavyelerinin arkasına geçip birbirlerini atması, tutması, sövmesi falan hoş bir şey değil. Çünkü kavga ortamında yaşayan insan, o kavgadan galip de çıksa, mağlup da çıksa yine aynı şartları yaşamış olur. Hayat çekilmez hale gelir. Zaten hayat kısa, zaten hastalıklar, geçim sıkıntıları, herkesin dertleri var. Niye birbirimize daha da yük olalım diye düşünürüm. Ama kişilerle uğraşmadığım halde, fikirlerle uğraşmam gerekiyor bazen. Çünkü yanlış fikirler topluma empoze ediliyor. Ben de bunları gördüğümde gerçekten dayanamıyorum. Bunlardan bir tanesi, bazı aydınların –tırnak içinde aydınların– halkı ve halk kültürünü küçümsemesi. “Neşet Ertaş’ı tanımam, ben onu dinlemem, bilmem” falan… Kişi önemli değil. Ama böyle düşünen insanlar vardır, tek bir kişi de değildir bu. Ama bakın, halk kültürü dediğiniz öyle kolay kolay vazgeçilecek bir şey değil. Bu halk kültürünün temelinde, Türkiye gibi bir coğrafyada, Anadolu coğrafyasında, Asya Minör’de bunun ta altına gittiğiniz zaman Homeros var, Dede Korkut var, diğerleri var. Tabii en eski Homeros var. Homeros, “İlyada”yı burada yazdı, söyledi daha doğrusu. Bu, altı heceli “hexameter” denilen bir şiir biçimidir ki bizim âşıklara kadar gelmiştir. Bu bizim âşıklarda bu hexameter şiir söyleyerek dolaşmışlardır. Bir ara Cemal Süreya, “folklor sanata düşman” diye bir tartışma başlatmıştı. O da bence doğru değildi. Çünkü folklor evet, folklor kalıpları; yani işte “elinde bardak, üstünde çardak, yeşil başlı ördek” falan. Bu kalıplara girerseniz, evet sanat pek üretilemez, o doğru. Ama bizim büyük halkın, yazılı olmayan, sözlü kültürle binlerce yıl taşıdığı, en azından bin yıl taşıdığı ve bize kadar getirdiği bu kültür, büyük bir kültürdür. Ve şairler yetiştirmiştir. Bu şairler, kendi seslerini bulmuş, kendi kelimelerini bulmuş ve kendi tarzlarında yazan, kişilikleri belli olan büyük şairlerdir. Dünyanın büyük şairleri… Şimdi size bazı örnekler vereceğim. Mesela Karacaoğlan, dünyanın en büyük aşk ve doğa şairidir bana göre. Elimden geldiğince bildiğim yabancı dillerde şiir okurum, meraklıyım şiire. Bakıyorum, bu Karacaoğlan’da olan bazı kavramları, bazı deyimleri bulamıyorum başka yerde. Sadece ses olarak değil tabii; ses olarak müthiş. “Sarı çiçek sarvan kurup oturmuş.” Şimdi bunu çevirmek de mümkün değil. Bu dil özelliği tamam, ama bir de herhangi bir dile çevirirseniz, anlamı ve güzelliği kaybolmayacak şiirler var. Mesela diyor ki: “Çukurova bayramlığın giyerken, üzerinden çıplaklığın soyarken.” Çıplaklığı soymak kavramı var mı dünyada? Baktım, bir sürü yere baktım, yok. Yok, gerçekten yok. Çıplaklığı soymak… Sonra bir ironik şiir: “Ürüyen geldim, yine ürüyen giderim. Ölmemeye elde fermanım mı var? Azrail gelmiş de can talep eyler, benim can vermeye dermanım mı var?” Nasıl bir hoş ironi var burada? Nasıl bir sevimli anlatı var? Azrail diyor ki: “Ya benim can vermeye dermanım yok, sen biraz uzak git.” Şimdi bu şairler çok büyük şairler. Âşık Veysel zaten zamanının büyük aydınları tarafından, İstanbul’da Eyüboğlu Sabahattin Eyüboğlu, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Yaşar Kemal ve diğer büyük şairler tarafından çok büyük bir saygıyla karşılanırdı. Şiir antolojilerinde şiirleri yayınlanırdı. Biz de hep görüşürdük, büyük bir şairdi. Folklor değil de onun yaptığı… Sonunda öyle bir noktaya geliyoruz ki, bu kadar büyük şairlerin yazdığı şiirleri küçümseme noktasına gelemeyiz. Neşet Ertaş benim büyük dostumdu. Onun söylediği türküler zaten bin yıldır söyleniyor. Bin yıldır o türküleri söyleyerek getirmiş birisi. Kolay mı? “Evvelim sen oldun, ahirim sensin.” Bunu söylemek ve bu kadar yürek yakıcı bir nitelikle söylemek… Babası Muharrem Ertaş, Çekiç Ali… Bütün Anadolu’nun her yerinde büyük âşıklar… Kütahya’da Hisarlı Ahmet, Ege’de Zeybekler, Dengbêjler… O Kürtçe parçalar, barlar, Karadeniz havaları… Muazzam bir zenginlik var. 1600 değişik halk oyunu var. 1600 değişik Anadolu’ya özgü. Ve bunların içinde mesela göbek dansı yok. O da ayrı bir konu, o ithal bir şey. Çünkü bize ait değil.