У нас вы можете посмотреть бесплатно İnsanın Anlam Arayışı - Viktor Frankl // konuk Sezgi Durgun // Deniz Yüce Başarır ile Ben Okurum или скачать в максимальном доступном качестве, видео которое было загружено на ютуб. Для загрузки выберите вариант из формы ниже:
Если кнопки скачивания не
загрузились
НАЖМИТЕ ЗДЕСЬ или обновите страницу
Если возникают проблемы со скачиванием видео, пожалуйста напишите в поддержку по адресу внизу
страницы.
Спасибо за использование сервиса ClipSaver.ru
İkinci Dünya Savaşı dünya tarihinin kara bir lekesi olarak, hep yarattığı felaketlerle anılacak, kaçınılmaz olarak. Ülkeleri, kıtaları, toprakları, caddeleri, binaları, siyasal ve diplomatik ilişkileri, toplumları yerle bir eden korkunç bir olay olarak. Ölümlerle, toplu katliamlarla, güven kaybıyla, zemin kaymasıyla, insanlığa olan inancın yitişiyle anılacak. Şu insanlığa inanmak bazen ne kadar zorlaşıyor değil mi? Hayatın bir anlamı olduğuna inanmak da öyle. Bu kadar acı, bu kadar haksızlık, insanı öfkeden çıldırtacak bunca adaletsizlik varken insana ve hayata inanmak ne kadar zorlaşıyor. İşte "Ben Okurum"un bu bölümünde İkinci Dünya Savaşı’nın o korkunç günlerine, hatta en büyük vahşetin yaşandığı toplama kamplarına gidiyoruz. Orada yaşananları bir psikiyatrın gözünden aktaran bir kitabı ele alıyoruz. O psikiyatr o kitapta sadece kamplardaki anılarını, yaşadıkları çaresizlik ve zulümleri anlatmıyor ama. Yaşadıklarından öğrendiği bir şey, hatta çok şey var onun. Yaşadıklarını kendi geliştirdiği terapi yöntemini derinleştirmeye yöneltecek gücü, azmi, bilgisi de var. Üçüncü Viyana Ekolü olarak anılan, Freud ve Adler’den sonra adını psikiyatri tarihine böyle yazdıran bu yöntemin adı da logoterapi. Yazarımız da Viktor Frankl. Kitabımızın adı da "İnsanın Anlam Arayışı". Yani aslında sadece 2. Dünya Savaşında yaşanan acılarla sınırlı kalmayan bir kitaptan söz ediyoruz. İnsanlık tarihinin en büyük arayışından söz ediyoruz. Şu hayatın bir anlamı var mı? sorusundan. Bazen bizi daha derinden yaralayan, aklımızı fena halde kurcalayan, bazen, bir şeylere sıkı sıkı tutunduğumuz zaman, iplerimizi hafif gevşeten, o can alıcı, hükmedici, yön verici sorudan. Eh, bu can alıcı sorunun bizi varoluşçuluk akımına getirdiğini söylemeye bilmem gerek var mı? Frankl’ın keşfettiği logoterapi yönteminin bu akımın temelleri üzerinde yükseldiğini de ekleyince, felsefenin o hafif tekinsiz, biraz bulanık ama berraklığı bu bulanıklığında yatan sularına doğru yüzmekten kim alıkoyabilir bizi. Evet, derin sularda yüzeceğiz. Ama korkmasın sakın gözünüz. Hem kim söylemiş ama kim, felsefenin gündelik hayatımızdan uzak olduğunu? Değildir efendim, hiç değildir. Hele bu alanda uzman, gündelik hayatla felsefeyi uzlaştırmaya karar vermiş tatlı dilli biri anlatırsa bize bu konuları, asla değildir. Evet, Viktor Frankl’ın "İnsanın Anlam Arayışı" kitabını felsefe ve siyaset bilimi alanından bir akademisyenle konuşuyoruz. Bu bölümde konuğum çok sevdiğim bir arkadaşım sayesinde yeni tanıştığım ve tanıştığıma çok memnun olduğum ve artık arkadaşım gibi hissettiğim Sezgi Durgun. “Birlikte yolculuk ettiğimiz herkes, bir gün bunun sona ereceği ve her şeyin yoluna gireceği hayaliyle yaşıyordu. Bize, bagajlarımızı bırakıp SS subayının önünden geçmek için kadınlar ve erkekler olarak iki sıra oluşturmamız söylendiğinde bunun anlamını kavrayamamıştık. Şaşırtıcı bir şekilde çantamı paltomun içine saklayacak cesareti bulmuştum. Sıramdaki herkes, tek tek subayın önünden geçerken çantamın fark edilmesinin tehlikeli olacağını anladım. En iyi ihtimalle beni yere sererlerdi, bunu daha önceki deneyimlerimden biliyordum. Subaya yaklaşırken ağır yükümü fark etmemesi için içgüdüsel olarak dik yürüdüm. Derken, onunla yüz yüze geldim. Tertemiz üniformasının içinde ince, uzun bir adamdı. Uzun yolculuktan sonra pasaklı ve çökkün hale gelen bizlerle büyük bir tezat içindeydi! Sol elini sağ dirseğinin altına koymuş, tasasız ve rahat bir biçimde duruyordu. Sağ eli havada sakin bir tavırla solu veya sağı gösteriyordu. Bu adamın küçük parmak hareketlerinin arkasında yatan kötücül anlam hakkında hiçbirimizin en ufak bir fikri yoktu. Şimdi sağa, sonra sola ama daha çok da sola işaret ediyordu. Sıra bendeydi. Biri bana sağ tarafın çalışmaya gönderilenler için olduğunu, sol tarafın ise hasta veya çalışamaz durumda görünenlerin özel bir kampa gönderilmek üzere ayrıldığını fısıldadı. Daha sonra sık sık yapacağım gibi işleri oluruna bıraktım. Çantam beni biraz sola çekse de dik yürümeye çalıştım. SS subayı bana tekrar baktı, tereddüt eder gibi oldu ve iki elini omuzlarıma koydu. Kuvvetli görünmeye çalıştım ve omuzlarımı çok yavaş bir biçimde sağa doğru çevirdi, böylece o tarafa ayrılmış oldum. Parmak oyununun önemi bize akşam açıklandı. Bu ilk seçim, varlığımız veya yokluğumuz üzerine verilen ilk hükümdü. Birlikte nakledildiklerimizin büyük çoğunluğu, yani yüzde 90 kadarı için ölüm fermanı verilmişti. Hüküm, takip eden birkaç saat içinde yerine getirildi. Sola gönderilenler istasyondan doğruca fırınlara götürüldü. Bana, orada çalışan birinin söylediğine göre bu binanın kapılarında birkaç Avrupa dilinde “banyo” yazılıydı. Girişte her esire bir kalıp sabun verildi ve sonra… Neyse ki daha sonra olanları benim açıklamam gerekmiyor. Bu dehşetle ilgili birçok kez yazılıp çizildi." #denizyücebaşarır #benokurum #insanınanlamarayışı #viktorfrankl #sezgidurgun