У нас вы можете посмотреть бесплатно Yunan Generaller Atatürk'ün 'DELİCE' Sakarya Taktiğini Reddetti — Ta ki 30.000 Asker Esir Düşene K.. или скачать в максимальном доступном качестве, видео которое было загружено на ютуб. Для загрузки выберите вариант из формы ниже:
Если кнопки скачивания не
загрузились
НАЖМИТЕ ЗДЕСЬ или обновите страницу
Если возникают проблемы со скачиванием видео, пожалуйста напишите в поддержку по адресу внизу
страницы.
Спасибо за использование сервиса ClipSaver.ru
Yunan Generaller Atatürk'ün 'DELİCE' Sakarya Taktiğini Reddetti — Ta ki 30.000 Asker Esir Düşene Kadar 10 Temmuz 1921, Saat 14:30, Eskişehir - Yunan Karargâhı Güneş, kalın tuğla duvarlı eski Osmanlı binasının içini yakıyordu. Toz zerrecikleri, açık pencereden giren ışık demeti içinde dans ediyordu. Terle ıslanmış üniformanın kokusu, mürekkebin keskin kokusu ve dışarıdaki atların ter kokusuyla karışıyordu. "Bu, tarihi bir olayı eğitim amaçlı anlatan bir belgeseldir. İçerikte askeri strateji ve savaş unsurları bulunmaktadır." General Georgios Hatzianestis, 53 yaşında, gri bıyıklarının uçlarını büken, yüzünde derin kırışıklar taşıyan bir adamdı. Sol yanağında, Balkan Savaşı'ndan kalma ince bir yara izi vardı. Altın çerçeveli gözlüğü güneşte parıldıyordu. Masanın üzerine yayılmış haritaya bakıyordu. Kırmızı çizgiler - Türk savunma hatları. Mavi oklar - Yunan ilerleme planı. "Bakın şuna," dedi, parmağıyla haritayı vurarak. Yanındaki beş subaya döndü. Pahalı parfümün kokusu - Paris'ten getirttiği - ter kokusunu maskelemeye çalışıyordu. "Türklerin toplam askeri gücü: 60.000 adam. Bizim gücümüz: 120.000 adam. İki kata bir!" Masadan bir kristal bardak aldı, içindeki soğuk limonatayı yudumladı. Buzlar şıngırdadı. "Onların topları?" devam etti, gülümseyerek. "1877 Rus-Osmanlı Savaşı'ndan kalma antika parçalar! Bizimkiler? 1918 model İngiliz topları. Her biri saatte 15 mermi atabiliyor." Albay Nikolaos Trikoupis, 45 yaşında, ince yüzlü bir adam, haritanın kenarına not alıyordu. Gülümsedi. "Paşam, istihbarat raporları Türklerin mühimmat sıkıntısı çektiğini söylüyor. Her asker için sadece 50-60 mermi. Bazı birliklerde daha az." "50 mermi!" Hatzianestis kahkaha attı, bardağı masaya vurdu. Limonata sıçradı. "Bizim askerlerimizin her biri 300 mermiyle yüklü. Ve sınırsız ikmal hattımız var. Selanik'ten tren her gün geliyor. Her gün!" Ayağa kalktı, pencereye yürüdü. Her adımda pahalı İtalyan botlarının sesi yankılandı. Dışarıda, mükemmel dizilmiş asker sıraları vardı. Her biri yeni üniformalarla, parlayan teçhizatla. Tüfekleri güneşte pırıl pırıldı. "Bu bir savaş değil, efendiler," dedi, pencereden dışarı bakarken. "Bu bir temizlik operasyonu. Türkler dağınık. Moralleri düşük. Eğitimleri yetersiz. Liderleri - bu Mustafa Kemal - ne yapacağını bilmiyor." Odanın köşesinde, Albay Andreas Kalinsky sessizce duruyordu. 61 yaşındaydı, üç savaş görmüştü. Yüzündeki kırışıklar her savaşın hikayesini anlatıyordu. Kaşlarını çattı ama konuşmadı. Hatzianestis'i herkesin önünde eleştirmenin tehlikesini yıllar önce öğrenmişti. "Ankara'ya kadar," General devam etti, masaya döndü, orada duran şampanya şişesine dokundu - zaten buzda bekletiliyordu, zafer kutlaması için, "maksimum 15 gün. Belki 12. Türk ordusu dağılacak. Mustafa Kemal kaçacak - belki Rusya'ya, belki İran'a. Ve ben..." durdu, gözleri uzağı görür gibi, "tarihte, Anadolu'yu nihai olarak fetheden adam olarak anılacağım. Büyük İskender'den sonra!" Subaylar başlarını salladılar, alkışladılar. Masanın üzerinde, önceden yazılmış bir zafer telgrafı vardı. Altın mürekkeple yazılmış, süslü bir kağıtta. Sadece tarih kısmı boştu. Albay Trikoupis bir şişe şarap açtı. Yunan şarabı, Santorini adasından. "Paşam, erkekler şimdiden soruyor: Ankara'da hangi otelde kalacağız? Eski saray mı, yoksa yeni Avrupai binalardan birinde mi?" Herkes güldü. "Saray tabii ki!" Hatzianestis cevapladı. "Osmanlı sultanlarının yaşadığı yerde biz de yaşayacağız. Sembolizm önemli, Albay." Ama Andreas Kalinsky, köşesinde, haritadaki kırmızı çizgilere bakıyordu. Türk savunma hatları. Çok düzenli. Çok... derin. Eskişehir'den Polatlı'ya kadar uzanıyordu. 150 kilometre. Neden bu kadar derinde? Neden kademeli çekiliyorlar? Dudaklarını ısırdı. Ama sormadı. Hatzianestis gözlüğünü çıkardı, temizledi, tekrar taktı. "Yarın sabah 05:00'te, taarruza geçeceğiz. Topçu hazırlığı bir saat sürecek. Sonra piyade ilerleyecek. Türk hatlarını kıracağız. Ve bu sefer," parmağını haritada Ankara'ya bastırdı, "durmayacağız. Doğrudan Ankara. Doğrudan zafer." Şarap kadehlerı kaldırıldı. "Zafere!" "Zafere!" Ama General Hatzianestis o anda bilmiyordu ki, 240 kilometre doğuda, Polatlı'nın tozlu sokaklarında, sadece bir Yüzbaşı - henüz 32 yaşında, ismi yarın unutulacak - bir plan geliştirmişti. O kadar basit bir plan ki, tüm Yunan generaller önce güldüler. O kadar deha bir plan ki, 30.000 Yunan askeri esir düşecekti. Ve o plan, sadece bir şeye dayanıyordu: Düşmanın kendi kibrine tuzak kurmak.