У нас вы можете посмотреть бесплатно Livaneli Sohbet / 5. Bölüm: Türkiye'nin Hafıza Kartı Doldu или скачать в максимальном доступном качестве, видео которое было загружено на ютуб. Для загрузки выберите вариант из формы ниже:
                        Если кнопки скачивания не
                            загрузились
                            НАЖМИТЕ ЗДЕСЬ или обновите страницу
                        
                        Если возникают проблемы со скачиванием видео, пожалуйста напишите в поддержку по адресу внизу
                        страницы. 
                        Спасибо за использование сервиса ClipSaver.ru
                    
Dostlarım, benim dünyam burası. Kitaplarım var, yazılarım var, sazım var. Sevgili arkadaşım, kardeşim Erdem Şimşek bana bir saz hediye etti. Böylece ta 60’ların sonlarında başladığım ve yıllarca çaldığım sazı, son yıllarda biraz bırakmıştım, tekrar elime aldım. Çok memnunum, çok da güzel bir saz. Erdem’e teşekkür ederim. Erdem Şimşek bir virtüöz. Bizim Sevdalı Mayat konserlerinde, 50 konserde falan müthiş çaldı diğer arkadaşlarla beraber. Sonra Londra’daki Royal Albert Hall konserimizde gerçekten hayran bıraktı, yani İngiliz ve Türk seyirciyi. En sona videolarda görüyorsunuzdur. Bu, Atina’daki Akropolis Antik Tiyatrosu’nda… Bir yazı yazdım son zamanlarda. Ama yazıyı okumayanlar için tabii ki bu programda da söz etmek isterim. Çünkü fikirler, benim fikirlerim her yerde paylaşmamız lazım. Elimizde telefonlar var. Bunların hafıza kartları var biliyorsunuz. Ve bazen doluyor. Dolduğu zaman da makine işlemez hale geliyor. Bilgisayar, telefon… Boşaltmamız, rahatlamamız ya da kapasite artırmamız gerekiyor. Şimdi, Türkiye’nin de bence hafıza kartı biraz doldu. Biraz değil, fazlaca doldu. Çünkü bizim gençliğimizde falan başka şeyler tartışılıp konuşulurken, birdenbire son 20 yıldır Türkiye inanılmaz bir tarih tartışmasına gömüldü. Tarihi de sadece araştırmak değil, tarihten kendine bir kök alıp, kendine bir dayanak bulup, birbiriyle çarpışmak, dövüşmek, siyasi iddialar ileri sürmek meselesine gömüldü. Bu çok doğru bir şey değil. Çünkü kapasite artmıyor. Malum, hepimiz biliyoruz. Kapasite artmıyor, azalıyor. Türkiye’de maalesef hem akademide hem halkta hem basında her yerde azalıyor. Dolayısıyla kapasite artırmadaki boşaltmamız lazım. Ne demek istiyorum bununla? Çünkü mesela, alalım Atatürk meselesi. “Mesele” diyorum çünkü mesele haline geldi Türkiye’de. Şimdi, bütün ülkelerin kurucu liderleri vardır. İşte, Amerika’da “founding fathers” dedikleri kurucu liderler, Benjamin Franklin ya da George Washington, Adams… Bunlarla kimse uğraşmaz. Çünkü o dönemde kalmış. İşte, anayasa yapmışlar falan, ona göre. Ama anayasada çeşitli revizyonlar tabii… Onun için hep amendment diye geçer, değişiklik diye geçer. Dolayısıyla hiç kimse George Washington heykeliyle falan uğraşmaz. Fransa’da De Gaulle Havaalanı ile kimse uğraşmaz. Charles de Gaulle işte. Yani bir lider. Tamam. Siz hiç gördünüz mü Şanzelize’de yürüyen Fransız aydınları: “Charles de Gaulle Havaalanı’nın adı değişsin!” diye bağırıyorlar mı? Olmaz. Her yerde de böyledir. Bizde de kurucu lider var. Kurucu kadro var. Bu kurucu kadronun son yıllarda tartışmaya açılmasının bir tek sebebi var. Bu da nedir? Vefat etmiş olan liderle uğraşmak. 1938’deki kurucuyla uğraşmak… Bunu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş şekliyle uğraşmak için yapıyorlar. Ve tabii ki, çoğuna ben bakıyorum, bu işi yapanların… Kadir Mısıroğlu gibi, Nazım el-Kıbrısi gibi… Birçok insan. İngiliz kaynaklı. İngiltere’den belgeler verilmiş. Belge de değil, birtakım çarpıtmalar verilmiş. Çünkü biliyorsunuz, İngilizler “Kemalizm” adını ilk kullanan insanlardır. Ve Kemalizmi, haydutlar anlamında kullanıyorlar. “Kemalist haydutlar” diyorlar. Çünkü Anadolu’da bir kurtuluş mücadelesi başlamış. E, bu oyunu bozmak demek. Çünkü her şey halledilmiş. Osmanlı küçücük bir alana sıkıştırılmış. Halifeyle de anlaşma yapılmış. Tamam, bundan sonra yani… Ve Anadolu paylaşılmış. İtalyan bölgesi, İngiliz bölgesi, Fransız bölgesi… Almanlarla birlikte yenildik. Bu durumda birdenbire bir hareket başlıyor. Bütün takati tükenmiş, ordusu terhis edilmiş, silahsızlandırılmış bir ülkede bir bağımsızlık hareketi başlıyor. Ve başında da bir isim var. Adını daha önce de duymadıkları bir general. İlk defa İngiliz belgelerinde nerede çıkıyor biliyor musunuz Mustafa Kemal adı? Çanakkale Harbi’nde… Arnold Toynbee geliyor. Aslında tarihçi ama aynı zamanda tabii hükümetine çalışan bir ajan. Yazdığı kitapta iki cümle geçiyor. Diyor ki: “Bu Mustafa Kemal diye bir isim duyuyorum son zamanlarda. İlginç bir adam. Araştırdım, baktım… Selanikli ama Yahudi değil.” gibi birtakım yorumlar yapıyor. “Namuslu bir adammış. Hiçbir yolsuzluğa bulaşmamış.” diyor. Ondan önceki kitaplara bakın. Montagu’nun, diğer büyükelçilerin falan Türkiye ile ilgili yazdıkları kitaplarda hiç Mustafa Kemal adı geçmiyor. Sadece Çanakkale’den sonra geçmeye başlıyor. Esas mesele ne biliyor musunuz? Mustafa Kemal’le uğraşmak değil. İki tane var çünkü Mustafa Kemal. Biri, o şahsı var. Vefat etmiş. Bir de onun temsil ettiği değerler var. Temsil ettiği değerler nedir? Üniter devlet, kadın hakları, laiklik, yeni alfabe, modernlik ve modern dünyayla bütünleşmek… İşte, uğraşılan şey bu. O kadar önemli ki bir türlü de kopmuyor, görüyorsunuz. Ve başaramıyorlar. Mustafa Kemal’i çekerseniz ve arkadaşlarını, kurucu ilkeleri çökertmiş olursunuz. Bunu okuyanlar bilirler, tekrar ediyorum diyecekler ama gene tekrar edeyim. Benim görüşlerim değişmedi. Hep derim ki: Türkiye’de siyasi mücadele var zannediyoruz. Ama aslında rejim mücadelesi var.