У нас вы можете посмотреть бесплатно Ben Beni - Loudingirra Özdemir (Manila, FİLİPİNLER) или скачать в максимальном доступном качестве, видео которое было загружено на ютуб. Для загрузки выберите вариант из формы ниже:
Если кнопки скачивания не
загрузились
НАЖМИТЕ ЗДЕСЬ или обновите страницу
Если возникают проблемы со скачиванием видео, пожалуйста напишите в поддержку по адресу внизу
страницы.
Спасибо за использование сервиса ClipSaver.ru
100 ÜLKEDE 100 TÜRKÜ ÇIĞIRMAK "Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahım" videosunun altında paylaşılan yazının devamıdır. SARI IŞIKLI VERANDA Kafamdaki yankı sönene kadar sorduğum sorunun, şaşkınlığımın dışa vurumu olduğunun ayırdına varamamıştım. "Evet." dedi. "Altı yaşında bir kızım var." Gözyaşlarını sildiği peçete sırılsıklam olmuş, elinin içinde dağılmıştı. Sehpanın üzerinde bulunan brandy şişesinin altındaki son peçeteye uzanırken: "En son, üç yıl önce kızımı gördüm." diye ekledi. Mara yirmi iki yaşında bir üniversite öğrencisiydi. Lise yıllarında erkek arkadaşından hamile kalmış; hamileliğini, karnı belirginleşinceye kadar ailesinden gizli tutmuştu. Üç sene önce ise, devletin ilgili kurumu, çocuğun fiziki ve manevi gelişimi tehlike altında olduğu gerekçesiyle çocuğa el koymuştu. "Bunu duyduğuma çok üzüldüm." diyebildim sadece. Başımı arkaya doğru pencerenin pervazına yaslayıp ufuktaki birkaç sönük yıldızı izlemeye koyuldum. Göğsümde bir sıcaklık hissettim. Mara, başını göğsüme yaslamıştı. Peçeteler tükendiği için silemediği gözyaşları tişörtümü ıslatıyordu. Komşular evlerine dağılmıştı. Vins, hamakta uyukluyordu. Kaye'nin gözlerinden uyku akıyordu; fakat Mara'yı teselli etmek için bir süredir ona yerel dilde bir şeyler anlatıyordu. Son cümlesi İngilizceydi: "Ha şöyle! Sana gülmek daha çok yakışıyor." Yalan söyleme kabiliyeti; gizem, acı ve belirsizlik üzerine kurulmuş yaşamın, kurbanlarına tanıdığı mühlet dolduğunda onları semiz öğütebilmek için yem dökmekten başka bir şey değildi. Bu yüzden gülmek, hiç kimseye yakışmıyordu. Gözlem yeteneği kirlenmemiş her birey; mutluluğun, aslında acının tekrar taaruz gücüne ulaşmak için geri çekildiği sırada yaşanan sahte bir rahatlama hissinden kaynaklandığını çok iyi bilir. Çok geçmeden Kaye'nin gölgesi, önümden kayıp holün kapısında kayboldu. Süngeri deforme olmuş kanapenin yayları, yer yer dışarı fırlamıştı. Yerimi yadırgıyordum. Doğrulmaya yeltendim. Mara'nın göğsümde derin bir uykuya daldığını farkedince vazgeçtim. Başımı tekrar pervaza yasladım. Gecenin bu kırılgan saatlerinde tatlı bir rüzgar esiyor, ara ara horozların sesi duyuluyordu. Güneş, bu topraklarda ilk defa üzerime doğmak üzere ufuk çizgisinin altında oyalanırken kendimi hayal gücünün çelimsiz kollarına bıraktım. Sayısız deneyime rağmen zihnim birkaç anının kıskacında yine hapsolmuştu. Bir orta çağ filozofunun aşk ile ilgili tanımı aklıma düştü. "Aşk, bir bütün olan ruhun dünya hayatında bölünüp iki farklı bedene can vermesidir." O an, bu tanım bütün ilkelliğinden soyunmuş, zihnimde mantıksal değer taşıyan mutlak bir yargıya bürünmüştü. Tanıştığım kadınların bedenine kıtalar arası bölünüp sığınan o kız; kimi zaman mavi mavi, kimi zaman kara kara, kimi zaman çekik çekik bakarken şimdi, sabahın alaca karanlığı, verandada yanan sarı ışığı yuttukça Mara'nın otantik yüzünde sarsıcı mimikleriyle gerçekçi bir imgeye dönüşüyordu. Öğleye doğru, köylü çocukların gürültüsüne uyandığımızda Kaye, mutfakta kahvaltı hazırlıyordu. Mara ile göz göze geldik. Utangaç bakışlarını benden kaçırdı. Kısık ve uykulu bir ses tonuyla: "Günaydın." diyebildi. Birkaç hamleden sonra yattığı yerden doğrulabildi. Avlunun uzak bir köşesinde banyo ve tuvaletin bulunduğu barakaya doğru yöneldi. Öğle güneşi altında gölgesiz yürüyordu. Palmiye korularının arasında kayboluncaya kadar uykulu gözlerle onu izledim. O geceden yaklaşık iki ay sonra Mara'dan bir mesaj aldım: "Demek bana veda etmeden ülkeden ayrılıyorsun!" Mesajı sabah saatlerinde almıştım. Uçağımın kalkış saati, akşam yedide olmasına rağmen tereddüt etmeden taksiye atlayıp onun oturduğu yere vardım. Taksi ücreti, cebimdeki paradan fazla tutunca Mara, aşağıya gelip paranın üstünü tamamladı. Mara, üniversite yurdunda küçük bir odada kalıyordu. Odanın sağ duvarı, boydan boya kitaplıkla kaplıydı. Hangi yönden vurduğu belirsiz güneşin ışığı içeriyi doldurmuştu. Masada, içinde Mara'nın kızının bebeklik fotoğrafının bulunduğu Albert Camus'un bir kitabı açık duruyordu. Fotoğrafı alıp bir süre inceledikten sonra, onu yerine koyacağım sırada, fotoğrafın altındaki sayfada altı çizili bir cümle gözüme ilişti: "Yaşamın anlamını aramayı sürdürdüğün sürece hiç yaşayamayacaksın." Bu cümle, beni uzamdan söküp atmıştı. Odanın atmosferinin her bir zerresine sinmiş masalsı motiflerin olağanüstülüğü de eklenince algılarım, iyice sersemleşmişti... DEVAMI YORUM KISMINDA.