У нас вы можете посмотреть бесплатно Nefsin Vesvese Yolları - Mesnevi Dersleri 44 или скачать в максимальном доступном качестве, видео которое было загружено на ютуб. Для загрузки выберите вариант из формы ниже:
Если кнопки скачивания не
загрузились
НАЖМИТЕ ЗДЕСЬ или обновите страницу
Если возникают проблемы со скачиванием видео, пожалуйста напишите в поддержку по адресу внизу
страницы.
Спасибо за использование сервиса ClipSaver.ru
Gayri Münteşir Arabi Mesnevi Nuriye Dersleri - Prof. Dr. Şadi Eren Bil ey gafil! Senin vesveselerinin çoğu dört şeyden neş’et eder: 1- Nefsini öyle unutuyorsun ki, kıl gibi olan enaniyetin kalın bir ipe dönüşüyor. Çünkü sen hevâ sebebiyle Allah'ı unutunca O da sana nefsini unutturdu. Böylece enaniyetin kalınlaştı, büyümekle çatlayan kabuğundan çıktı. 2- Sen, her canlıyı kendine kıyas ediyorsun. Mesela, masum, güven içinde, hâlinden memnun bir hayvanı gördüğünde onu derin düşünceler içinde üzüntülü bir zavallı farz ediyorsun. Sevinç içinde raksetmesini, keder içinde kıvranmak sanıyorsun. 3- Nazarını sadece Allah'ın Zâhir isminin tecellisine çevirmen sebebiyle, bu ismin dairesinden hariç olan şeyleri o ismin müsemması olan Allaha vermiyorsun. Kella! Esma-i hüsnanın sahibi olan müsemma, her şeyin fevkinde olduğu gibi, aynı zamanda en gizli şeylerde de tasarrufta bulunmaktadır. O; Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtındır. 4- En âli, en uzak, en gizli ve en besatetli olan Ehadiyet tecellisini, kesretin dağılıp yayıldığı en geniş, en kesretli, en ince tabakalarda görmeyi istemekten vesveseye düşüyorsun. Çünkü mesela bir hayvana bakıyor ve bahsi geçen “kendine kıyas” ile onda fâni oluyorsun. Her çeşit hissiyatını o hayvana dâhil ediyorsun. Faraza onu da kendin gibi sevdiğinden veya vatanından ayrılık sebebiyle üzüntülü, akıbeti ve rızkı hususunda endişeli tasavvur ediyor ve onun mevhum elemlerinden şefkat marazıyla elem duyuyorsun. Hâlbuki gerçekten onun âlemine girsen, kendine kıyas yoluyla tevehhüm ettiğin şeylerden hiç birini onda görmeyeceksin. Böyle bir kıyasla hata ettiğin gibi, bazan başka bir kıyasla daha büyük bir hata işliyorsun. Şöyle ki: Mesela sen arı gibi bir san’at eserini görüyor, Vacib, Vahid ve Hakîm olan, fiillerinde külfet, mualece, ihtilatla mübaşeret ve uğraşma olmayan onun Sâni’ini; miskin, kesir, kesif, mukayyed, mahdut olup fiilleri ancak mübaşeret, temas, külfet ve mualece ile olabilen mümkine bila-şuur kıyas ediyorsun. Sonra da bu kıyas ile kendini ve şu an ve daima üzerinde Sâni’in kalemi cevelan eden o san’atlı eseri; mukaddes, münezzeh, müteal olan Sâni’ine yakın tevehhüm ediyorsun. Evet, Allaha (celle celâluh) bakan canibten O, her şeye yakındır. Ondan daha yakını yoktur, Her yakından daha yakındır, şah damarından da yakındır. Lâkin sen ve bu masnu, size bakan canipten sonsuz uzaksınız. Sizin hâliniz kendisinde güneşin tecelli ile temessül ettiği bir aynaya benzer. Böyle bir ayna, güneşin şuaı ile parlar, ziyası ile nurlanır, ziyasındaki yedi rengin kırılmasıyla süslenir, kalbinin melekûtundan güneşin zâtına bir menfez ve bir yol açılır. Böylece aynanın dıştaki mülk cihetinde, iç cihetindeki güneşin timsali levazımı ile beraber görülür. Lâkin eğer elini uzatsan, elin arzın çapının yetmiş, hatta yediyüz katı bile olsa bir şeye ulaşmaz. Hatta aklında noksanlık ve kalbinde güneşe karşı muhabbet olan kimse, bu sathî vehim ve zahirî görünüşe aldanarak güneşin parladığı her şeyde, mahbubu olan güneşe ulaşmak ister. Keza, bu özellikleri güneş sisteminin tamamı ancak içine alabilirken, güneşin temessül ettiği her şeyden güneşin zâtı ve levazımatıyla ilgili işittiği veya bildiği özellikleri talep eder. Şayet herhangi bir şeydeki güneşin timsalinde bunları bulamazsa, bu şeyde güneşin vücudunu inkâra başlar. Hatta bazan mutlak olarak güneşi inkâr eder. İşte kalb, Ehad- Samed olan Allahın aynasıdır. Fakat İmam-ı Rabbani’nin (r.a) beyan ettiği gibi, diğer aynalardan farklı olarak kendisinde tecelli edenin şuurunda ve farkındadır. Onda temessül edene meftuniyet bağıyla bağlıdır. Bu özelliği sebebiyle, kalbin hadsiz saâdetlere kâbiliyeti vardır. Eğer desen: Canlı varlıklarda hârika bir faaliyet olurken çevresinde sanki bir şey yok gibi sükûnet hâkim. Ayrıca, bu müthiş faaliyet o canlının içinde en ince kısımlarında cereyan ediyor, dışa zerre miktar da olsa tereşşuh olmuyor. Bunun sırrı nedir? Bana kalbimde denildiği gibi, cevaben derim ki: Eğer bu faaliyet imkân dairesinde olan sebeplerin ve eşyanın kendisinin olsaydı, her canlıda her şeyi kuşatan ilme sahip müstakil bir fail, her meyvede içindekilerle beraber arzı yaratmak kendisine zor gelmeyen noksansız mutlak bir kudreti olan bir Sâni’ gerekirdi. Bu durumda tereşşuh, dağılma, taşma kaçınılmaz olurdu. Lâkin kevn ve mekânda gözle görülen bu emn ve eman, insan âlemi dışında görülen sükût ve sükûn, bütün zamanlarda âlemdeki inkiyad, silm ve selâmet şunu gösterir ki, bu ölçülü san’at ve manzum sıbğa, “Bir şeyin olmasını murat ettiğinde sadece ‘ol’ der ve o şey olur.” “Her şeyin hazineleri bizim yanımızdadır. Ama onu belli bir miktarla indiririz.” diyen zâta mahsustur. (Yasin, 82) ve (Hicr, 21) Elinle yaptığın bir işle, en sür’atli hayal ile yaptığın arasında ne nisbet varsa, şayet mümkün olsa hayalen yaptığın şeylerle Yaratıcının kudretinin fiili arasında öyle bir nisbet vardır, hatta hiç bir münasebet söz konusu değildir.