У нас вы можете посмотреть бесплатно Pazarlık Edelim - Loudingirra Özdemir (Dumai, Endonezya) или скачать в максимальном доступном качестве, видео которое было загружено на ютуб. Для загрузки выберите вариант из формы ниже:
Если кнопки скачивания не
загрузились
НАЖМИТЕ ЗДЕСЬ или обновите страницу
Если возникают проблемы со скачиванием видео, пожалуйста напишите в поддержку по адресу внизу
страницы.
Спасибо за использование сервиса ClipSaver.ru
100 ÜLKEDE 100 TÜRKÜ ÇIĞIRMAK MÜSLÜMAN MISIN? BİRİNCİ BÖLÜM: Gümrük binasının gölgesine oturmaya niyetlendiğim sırada, etrafımı üç tekerlekli taksi şoförleri sardı. Israrcı tutumlarından kurtulmak için uydurduğum yalanlara, çoğunluğu inanmış gibi görünüp beni kendi halime bıraktılar; fakat içlerinden iki kişi, benimle birlikte oturup ısrarcı olmayı sürdürdüler. Bir süre sonra, daha yanık tenli ve zayıf olan motosikletçi, diğerinin omzuna, "Beklemeye değmez." dercesine dokunup kalktı ve uzaklaştı. Beriki, arkadaşının gitmesinden memnun olmuş gibiydi. İyice bana sokulup beklemeye devam etti. İngilizcesi yok denecek düzeydeydi. İletişim kurmakta güçlük çekiyor, boşuna beklememesi gerektiğini anlatmaya çalışıyordum; fakat bu çabalarıma, beni göz hapsinde tuttuğu gözlerle yüzüme boş boş bakmanın dışında bir tepki vermiyordu. Yanımızdan geçen insanlarla sık sık Bahasa bir şeyler konuşup gülüşüyor, sonra da avına odaklanan yırtıcı hayvan gerginliğiyle bana dönüp, bakışlarını tekrar üzerime dikiyordu. Turistin pek uğramadığı bu küçük şehirde, karşımdakinin bu tutumu, kapalı bir toplumda yaşamanın tipik bir örneğiydi. Belki benden alacağı birkaç kuruşun peşindeydi, belki de şehre gidecek başka vasıta olmadığı için, bana yardımcı olmaya çalışıyordu. Kestiremiyordum; fakat uzun süreceği kesin gibi görünen bu bekleyişin sonunda, adamı orada terk edecek, şehre yürüyerek gidecektim ve bu hiç etik olmayacaktı. Son olarak, ceplerimin astarını dışarı çıkardım. Yere düşen yirmi doları elime aldım: "Bütün param bu! Şehir merkezine yürüyerek gideceğim. Havanın serinlemesini bekliyorum." dedim. Sözcüklerime acemi bir beden diliyle eşlik ediyordum. O sırada, bir süredir bizi uzaktan izleyen güvenlik görevlisinin çabuk adımlarla bize doğru gelmekte olduğunu farkedince rahat bir nefes aldım. Duruma müdahele edip, beni motorsikletçinin ısrarlarından kurtaracağını zannederken, yanımıza varır varmaz, heyecanla: "Müslüman mısın?" diye sordu. "Evet, Müslümanım." diye geçiştirdim. Sevinçle koluma yapıştı ve: "Hadi mescide gidip öğlen namazını kılalım." dedi. Gözleri parlıyordu. Birisine iyilik yapma fırsatını yakalamış olmanın mutluluğu içindeydi. Güvenlikçinin, böyle bir gerekçeyle yanımıza gelmesi, bende kısa bir şaşkınlık yaratmıştı. Sıkıca kavramış olduğu kolumu, gayriihtiyari bir tepkiyle kurtardım. Kaba sayılabilecek bu davranışıma rağmen, gözleri saf bir tebessümle parlamaya devam ediyordu. Motorsikletçiye müdahale etmesi, güvenlikçinin görev tanımına daha uygunken, o an için en son ihtiyaç duyduğum bir şey için, geniş bir sabırla ısrarında diretmesi üzerine: "Seferiyim." diye onu terslemekten kendimi alamadım. Karşımdaki, hayal kırıklığına uğramış bir yüz ifadesiyle kolumu bıraktı. Daha sonra pişman olduğum bu davranışımın altında yatan sebep, ülkemde geçirdiğim son iki yılda, bir din kültürü öğretmeni sıfatıyla, kurumsal din ve bu anlayışın ürettiği kültürle arama mesafe koymuş olmamın neticesinde yaşadığım ağır travmaydı. Derslerimde işlediğim müfredata uygun konuları, mevcud siyasi konjonktüre yaranmak için, "İslami" olmadığı gerekçesiyle beni idareye çağırtıp, imam hatip düzeyindeki dini bilgileriyle vaaz veren idareciler... Din kültürü öğretmenliğine imamlık misyonu yükledikleri için, beklentilerini karşılamaktan uzak durduğum müdürlerin uyguladığı idarî yaptırımlar... "Zihniyeti bozuk bir din öğretmeni istemiyoruz." diye okulu basan hacı amcalar... Eğitim-öğretim zorunlu olmasaydı, asla okul sıralarına oturmayacak olan, din diye toplumda yaygın hurafeler dışında, hiç bir konuya duyarlı ve ilgili olmayan, seksen yaşındaki bir adamın sabit fikirliliğini taşıyan öğrencilerin küstahça özgüveni... Akşamları, aile içi saadet ve huzuru, her konuda aynı fikirde olmaya bağlayan bir eve gitmek zorunda kalıyor olmam... Aile üyeleri üzülmesin diye silik bir karaktere bürünüp iki yüzlü bir yaşantı sürmeme rağmen, yine de evdeki huzursuzluğun önüne geçemiyor olmam ve geceleri babamın anneme yakınıp " Bu çocuk da bizim imtihanımız, ne yapalım!" diye ağladığı haberlerinin sürekli kulağıma gelmesi... Tüm bunlar ve daha nicesi, sosyal ve meslekî hayatımdan taşıp özel hayatımı alt üst etmeye başlayınca, yokluğum hemen fark edilmesin diye, istifa dilekçesi bile vermeden, okulların yaz tatiline girdiği gün ülkemi terk etmiştim. Mısır'da bulunduğum sıralarda, Mısırlı bir ailenin evine bir Fransız gezginle konuk olmuştuk. Ev sahibi, öğretim görevlisi olarak İngilizce derslerini okuttuğu özel bir üniversitede, kendisiyle birlikte derse girmemizi rica etti. Ertesi gün derse girdik. Karşılarında hocalarını iki yabancıyla gören öğrencilerin yüzlerinde beliren şaşkınlık, kısa bir süre sonra, yerini utangaç bakışlara ve fısıltılara bıraktı. Arka sıralarda oturan bir kaç kız öğrenci, bizi fark edinceye kadar açıkta olan yüzlerini, başörtülerinin ucuyla, sadece gözleri açıkta kalacak şekilde örtüp kıkırdamaya başladılar... DEVAMI YORUM KISMINDA.